Aldatılmak kesinlikle sizin suçunuz değil!

Ayrılık hepimiz için son derece travmatik bir durum. İhanete uğrayan kadınların yaptıkları ilk şey kendilerini suçlamak. Bunu yapmak yerine hatayı karşınızdaki kişide aramaya ne dersiniz?

Elizabeth Kubler-Ross'un adını duymamış olsanız bile, geliştirmiş olduğu "Yasın Beş Evresi Modeli"ne (inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme) kendi deneyimlerinizden aşina olmalısınız. Travma yasayan insanların geçirdiği evreleri sıralayan Kubler-Ross'a göre, ayrılık da çoğu kişi için oldukça travmatik bir deneyim olarak kabul ediliyor. İlişkinin sonunda "Dostça ayrıldık" diyebiliyorsanız, ne mutlu size. Ancak özellikle sevdiği insan tarafından ihanete uğrayan kişilerde yukarıda söz ettiğimiz evreler yoğun şekilde yaşanıyor. Ne yaşarsanız yaşayın, duyduğunuz acıdan dolayı kendinizi gereğinden fazla suçlamayın. Hatalı olabilirsiniz, ama bu tamamen haksız olduğunuzu göstermez. Sonuçta ilişkinizi tek başınıza yaşamadınız değil mi? O halde neden işe suçlayıcı parmağınızı aynadan uzaklaştırarak başlamıyorsunuz?

"Öteki kadına yönelen oklar”
Öteki kadına karşı ikilemde kalmak çok da sıra dışı bir duygu değil. O sizin rakibiniz. Ama bu sefer, daha ringe çıkıp gardınızı ortaya koymadan, zaten yenilmiş olduğunuzu öğreniyorsunuz. Bu da yine öfkelenmenize ve kendinizle onun arasında bir karşılaştırma yapmanıza neden oluyor. Ona sinirleniyorsunuz ama aynı anda onu yüceltiyorsunuz. Kaybetme korkusuyla birlesen acının okları, size açıklamalar yapan ve kendini bir kurban gibi gösteren erkeğe değil, "o kadın"a doğrultuluyor. Aldatıldığını ortak bir arkadaşlarından öğrendiğinde, "Saçını başını yolacağım o kadının, aramıza girmek neymiş göstereceğim!" dediğini anlatıyor 24 yaşındaki Selin. Oysa bir kadının araya girebilmesi için, öncelikle olayda iki taraf olması gerekliğini unutmayın. Selin uzun araştırmalar sonucunda kadının telefon numarasını bulup onunla konuştuğunda, aslında varlığından haberinin bile olmadığını öğrenmiş, "İşte o zaman erkek arkadaşımın, bir şeytan tarafından baştan çıkarılmış zavallı bir kurban olmadığını gördüm" diyor Selin.

İşe kendinize değer vermekle başlayın
Aşk biz kadınların gözünü gerçeklere kapatır. Mantığı yerle bir ederken, karşımızdaki insana sınırsız kredi vermemize yol açar. Bu da hem olumsuz sinyalleri göz ardı etmeye hem de doğru taktiği bulabilmek için kendimizi değiştirmemize neden olur. Bu aynı zamanda yas halinin beş evresiyle de benzerlik gösteriyor:

İnkâr ediyoruz. Kadınlar karşılarındaki insanın huzursuzluğunu fark ettiklerinde, özellikle de bunun farklı sebeplerinin olduğuna (iş, aile, arkadaş gibi) inandırıldıklarında, cennette sorun yaşanabileceğine inanmak istemiyorlar.

Öfkeleniyoruz. Ona, havaya, trafiğe, ama en çok da ilişkiyi yürütmeyi başaramadığımız için kendimize kızıyoruz. Taviz veriyor ve alttan alıyoruz. Yaptığı çıkışları görmezden geliyor ve hayatı onun için kolaylaştırmayı hedefleyerek elimizden geleni yapıyoruz. "Benim kişisel alana daha çok ihtiyacım var" bahanesini haklı bulup, aslında o alanın içinde olmamız gerektiğini düşünmüyoruz.


Sessiz kalıyoruz. Kendimizi biraz geri çekip, kovalanmayı bekleyerek kaçan taraf oluyoruz.
Denenebilecek yolları deneyip sonunda yürümediğini fark ediyoruz.

Tüm bu farklı yollar, aslında yaşanması gereken ve karşınızdaki kişiye (ve tabii ilişkinize) değer verdiğinizi gösteren birer çaba.
 Ancak burada unutulmaması gereken nokta, kendinize olan saygınızı göz ardı etmemeniz gerektiği. 28 yaşındaki Gözde, bunu zor yoldan öğrenmiş, "iki yıl önce nişanlımı kaybetmemek için her yolu denedikten sonra, aslında onun beni kaybetmemek için hiç de çaba göstermediğini fark ettim. Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki, kişiliksiz olarak gördüğüm ve hep eleştirdiğim kadınlar gibi davranıyordum" diye açıklıyor.

Ama bahsettiğimiz bu kabullenme aşaması, beraberinde yeni bir sorgulama sürecini de getiriyor. 
Aldatılmış olsun veya olmasın biz kadınlar, sevdiğimiz insandan ayrıldığımız zaman, ilk şoku atlattıktan sonra hemen hatalı birini aramaya başlıyoruz. Ancak niyeyse burnumuzun dibinde duran sevgilimizi değil, yine kendimizi sorguya çekiyoruz: "Nerede hata yaptım?" Karşımızdakine ne kadar öfkeli de olsak, yine de sorumluluğun çoğunu kendimize yüklüyoruz. Ona yeterince ilgi göstermediğimize, duygularımızı yeterince ifade etmediğimize, romantik jestlerle onu sıktığımıza, fazla arkadaş gibi olduğumuza, birlikte yeterince kaliteli zaman geçirmediğimize, artık eskisi gibi bakımlı veya çekici olmadığımıza inanıyoruz. Daha doğrusu kendimizi buna inandırıyoruz. Bu listeyi uzatmak tamamen size kalmış. Hatamız ne yazık ki bunlarla da kalmıyor. Zorlu günleri bir şekilde (ama mutlaka hasarlı olarak) atlatıp yeni bir ilişkiye başladığımızda, bu yeni insana da kendi değerimizi kanıtlamaya; daha iyi, daha güzel, daha komik olmaya çalışıyoruz. Tabii aynı zamanda da eskisinden daha temkinli, daha tedirgin bir kadına dönüşüyoruz. 

Korkusuzca, rahat ve özgür adımlar atmak yerine, kararsızlık ve mutsuzlukla baş başa kalıyoruz. Can sıkıcı bir kısırdöngüye giriyoruz. Halbuki iğneyi kendinize batırırken, çuvaldızı da asıl hatalı olan kişiye batırmak sizi bu kısırdöngüden kurtarabilir. Dan Castellaneta'nın dediği gibi; "Kendinizi suçlamaya sonsuza kadar devam edemezsiniz. Bunu bir kez yapın ve hayatınıza devam etmeye bakın..."

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu